5 Ağustos 2016 Cuma

Bir Ömre Kaç Darbe Sığar

Bir Ömre Kaç Darbe Sığar
12 Mart Darbesi… Gerçekleştirildiğinde, ortaokul okumak için köyden şehre gelmiş bir öğrenciydim. O dönemden hatırladığım iki önemli olay var; İlki, Deniz'lerin, heyecanla keşke yakalanmasalar diye okul çıkışlarında radyonun başında oturduğum anlar ile Şarkışla ve Gemerek civarında yakalandıkları haberi radyodan yayınlanırken duyduğum hüzün. İkincisi ise İngilizleri esir alan Mahir Çayan ve yoldaşlarının Kızıldere’de bir evde etraflarının sarıldığı haberlerinin radyodan takip ettiğim anlar.

O dönemlerimde, darbe nedir, devrimcilik nedir bilmeden Denizler ve Mahirlere duyduğum sempatiyle, askerlere, polislere ve darbecilere karşı bir tepkim oluşmuştu. Daha sonralarını anlatılanlardan, yazılanlardan ve devrimci, solcu, sosyalist olduklarını sonradan anladığım devrimci öğretmenlerimden öğrenmiştim.

12 Eylül Faşist Darbesi’ni ise devrimci mücadelenin içerisinde en aktif olduğum dönemde yaşadım. 12 Eylül darbesinin, ülkeyi kan gölüne dönüştüren faşistlere karşı değil de halkın öz savunmasını sağlayan devrimcilere, sola, sosyalistlere, aydınlara, sendikacılara dönük yapıldığı ilk andan itibaren ortaya çıkmıştı. O günlerde, Konya, Cihanbeyli’nin Gölyazı kasabasında çiçeği burnunda bir öğretmendim. ( Kahramanmaraş katliamını protesto etmek için üyesi olduğum TÖB-DER 24 Aralık'ta bir günlük boykot kararı almıştı. Ben de boykota 40 günlük öğretmenken katılmış sonrasında da Sivas/Divriği-Vazlıdan köyüne sürülmüştüm.)

O yaz döneminde Kırşehir sıkıntılar yaşıyordu. Kırşehir'den uzak kalmamam gerekiyordu ama öğretmenliğimi de yapmak durumundaydım. Yeni evlenmiştim, eşim hamileydi. Arkadaşlarımı yalnız bırakmamak için fırsat buldukça Kırşehir'e geliyor ve mücadelenin içerisinde bulunuyordum. Eylül ayı gelmiş, okullar açılmıştı, fakat Kırşehir'de de mücadele keskinleşmişti. Türkiye genelinde Eylül ayı çok ciddi çatışmaların yaşandığı, çok sayıda ölümlerin olduğu bir ay olmuştu. Kırşehir'de en kritik mahallelerden biri; Aşıkpaşa Mahallesi ve Otuz Evler’di. Polis buraya çok fazla giremiyordu, bizlerin en örgütlü olduğu yerlerdi buraları. Her gece nöbet tutuyorduk. 12 Eylül 1980 sabahı saat 03:00'de, biz nöbetteyken mahallenin etrafı polis ve jandarma tarafından çevrildi. Bu durumu gördüğümde mahalleye baskın yapılacağını düşünmüştüm. Bir arkadaşımız ‘’ Radyoyu dinleyelim belki darbe olmuştur.’’ dedi ve radyoyu açtığımızda korktuğumuzun başımıza geldiğini anladık. Gece nöbetteyken darbeyi öğrenmiş olduk.

Aradan yıllar geçti, aralarda post-modern darbeler de yaşadık. "Ne Şeriat, Ne Darbe, Özgür Demokratik Türkiye” dediğimiz dönemleri de yaşadık. Siyasette aktif yönetici konumunda olduğumuz zamanları da yaşadık.

15 Temmuz 2016 Cuma akşamı saat 22:00'de yine ayakta bir darbeyle karşı karşıya kaldım. Ama bu kez yaş ilerlemişti, nöbette değil, Ankara İncek’teydim.

Eskişehir Tepebaşı Belediye Başkanı’nın davetlisi olarak, CHP Genel Başkan Yardımcıları, PM Üyeleri, Milletvekilleri, İl Başkanı ve bazı arkadaşlarla yemek yerken, F-16 uçaklarının sesleri, siren sesleri ve kurşun sesleri arasında ne olduğunu anlamaya çalışırken darbeye yakalanmıştık. Yeğenim Ulaş’tan Kırşehir'de bir köy düğününe gelen jandarmaların “Düğünü dağıtın, darbe oldu.” dedikleri bilgisini aldım. Çokça darbe yaşamış birisi olarak hiç paniğe kapılmadan neler olup bittiğini, gazeteci arkadaşları arayarak ve tabi ki eskiden olmayan sosyal medya kanallarından öğrenmeye çalıştık. Durumun gerçekten bir darbe girişimi olduğu kısa sürede anlaşıldı. Birlikte olduğumuz CHP PM üyesi Prof. Dr. Özkan YILDIZ, Kırklareli Milletvekili Vecdi GÜNDOĞDU, Lüleburgaz/Ahmetbey Belediye Başkanı Mustafa ALTINTAŞ, Ankara İl Başkanı Adnan KESKİN, Gazeteci Dr. Ali Haydar FIRAT ve diğer arkadaşlarla hemen CHP Genel Merkezi’ne geçtik.

Genel Merkez’de kullandığım 7. kattaki örgütlenme birimi odasına çıktığımızda; Genel Başkan Yardımcısı Tekin BİNGÖL, Grup Başkanvekilleri Özgür ÖZEL ve Levent GÖK, Genel Başkan Yardımcısı Zeynep ALTIOK, Milletvekilleri Aykut ERDOĞDU, Mevlüt DUDU ve Genel Başkan Baş Danışmanı Veli ÖZDEMİR oradaydı. Olayları televizyonlardan takip ettik. Bir müddet sonra olayların boyutu iyice değişti ve her yer bombalanmaya, taranmaya başlandı. Biz Genel Merkez’de nasıl bir tedbir alacağımızı tartışırken Genel Başkan Yardımcısı Bülent TEZCAN, Tufan KÖSE, Uğur BAYRAKTUTAN ve İlhan CİHANER geldiler. Hızla milletvekili olanların TBMM'ye gitmesine, PM üyelerinin ise Genel Merkez’de kalmasına karar verdik. PM üyesi Prof. Dr. Özkan YILDIZ, ben, Veli ÖZDEMİR olayları Genel Merkez’den takip etmeye çalıştık. Partinin rutin güvenlikçilerinin dışında hiç bir güvenliği yoktu ama biz partimizi açık tutmaya kararlıydık. Sabaha doğru saat 04:00 gibi eve geçip üzerimizi değiştirip tekrar gelmek üzere çıktık. Meclis ve Genel Kurmay’ın ortasından geçerken dışarıya çıkmanın ne kadar yanlış olduğunu anlamıştık ama iş işten geçmişti bir kere. Tam Meclis’in önünden geçerken Genel Kurmay tarafından otomatik silahlarla tarama başladı. Biz kaçmaya çalışırken bir uçak da Meclis’i bombaladı. Biz ateş çemberinden çıkmıştık ama ateşi yüreğimizde hissetmiştik. Eve geldiğimizde biraz televizyonlara bakalım diye Özkan Hoca ile oturduk ve Meclis’in dört kez daha bombalandığını gördük. Sabahın alacakaranlığını uçak sesleri ve bomba ışıkları aydınlatıyordu.

Daha önce yaşadığımız darbelere benzemeyen bir durum ile karşı karşıyaydık. Bu durum bizim gibi darbeleri yaşayanların alışık olduğu bir durum değildi. Darbe Hükümete ve Cumhurbaşkanı’na karşı yapılmış gibi anlatılıyordu ama bombalanan yer TBMM idi. Televizyonlar hız kesmeden darbe karşıtı yayınlarına devam ediyordu, vatandaşlar sokaktaydı, bir garip tabloydu…

Sabah tekrar Genel Merkez’e geçerek Genel Başkan Yardımcımız Tekin BİNGÖL, PM üyesi Özkan YILDIZ, Zeki KILIÇASLAN, Feray KARASU ile il ve ilçe örgütlerimizle hızla temasa geçtik, yapacakları basın açıklama taslağını yazıp yolladık ve örgütümüzün ortak tavır almasını sağlamaya dönük adımlar attık.

Genel Başkanımız başta olmak üzere partimizin bütün yönetici kadroları ve üyeleri darbe girişimine karşı çok açık tavır aldılar. Bu durum, darbe ortamını ve psikolojisinin kitleleri esir almasını engelledi.

Bütün bu yaşadıklarımdan sonra şunu düşünüyorum; Bu ülkede hala neden darbe olmaktadır sorusunu herkes kendine sormalı ve buradan hareketle yeni bir Türkiye için yola çıkılmalıdır. 60 yıldır bu ülkeyi yöneten sağın bütün versiyonları, darbeler, cuntalar ve anti-demokratik süreçlerle toplumu bir girdabın içine sürüklediler.

Toplumun inançları ve değer yargıları ile oynadılar. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün tekke ve zaviyeleri neden kapattığının, dinin laik bir sistem içerisinde, cemaatler eliyle değil, Diyanet eliyle yürütülmesi gerektiği düşüncesinin doğruluğu tekrar tekrar doğrulanmıştır. Cemaatler eliyle “Anadolu Müslümanlığı” yok edilerek, halk dinden uzaklaştırılmıştır. Vakıflar, cemaat evleri, kaçak Kuran kursları…. Sonuçta bu karabasanı yaşattı.

Bu girdaptan çıkışın tek yolu; solun gerçek anlamda iktidarı ve toplumun özgürleşmesidir. Bütün ömürleri boyunca solu tasfiye etmek için uğraşanlar bugün solun desteğine ihtiyaç duymaktadırlar.

Demek ki ancak ve ancak solun, demokratların iktidarı ile Türkiye hak ettiği gibi yönetilir ve güçlü bir Türkiye inşa edilebilir. 26 TEMMUZ 2016
                                                                                                              Yıldırım KAYA
                                                                                                               CHP PM Üyesi

Hiç yorum yok: