ÇUBUK’TA NELER OLDU O
YUMRUK KİME ATILDI?
Çubukta Ne Yaşadık?
Şehidimizin cenazesine Genel Başkanımız Sayın Kemal
Kılıçdaroğlu ile birlikte katılan ve linç girişiminde etten duvar örerek onu
korumaya çalışanlardan biri olarak anlatıyorum:
Cenazenin öncesinde, cenaze sırasında ve cenaze sonrasında,
yolunda gitmeyen çok şey vardı.
Şimdiye kadar Çubuk
ilçemize gelen 73 şehidimizin cenazesi şehir merkezinden kaldırılmış olduğu
halde, bu sefer
cenaze Akkuzulu köyüne (mahallesine) alındı. Normalde 20 Nisan Cumartesi günü ikindi
namazı vaktinde, Çubuk Merkez’de olması
gereken cenaze töreni, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu’nun İstanbullulara teşekkür
edeceği mitingin saatine denk getirilerek 21 Nisan Pazar gününe alındı.
Cenaze namazına gitmeden önce emniyet birimlerine, şehidin
babasına ve mahalle muhtarına, Genel Başkanımızın cenaze namazına katılacağı
bilgisi verildi. (20.04.2019 tarihinde saat 22.10’da 21.04.2019
tarihinde ise saat 10.03’te Ankara Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürlüğü
Nöbetçi Amirliği hizmetlerine haber verildi)
21 Nisan Pazar günü şehidimizin cenaze töreninin yapılacağı
alana gittiğimizde, protokol gereği bizi Çubuk Kaymakamı, Çubuk Cumhuriyet
Başsavcısı ve diğer görevliler karşıladı.
Cenaze namazının kılınacağı köye (mahalleye) ayağımızı
attığımız andan itibaren bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ettik. Genel
Başkanımız ve bizler protokol kuralları gereği korunmamız gerekirken, bölgede
herhangi bir koruma tedbiri alınmamıştı.
Genel Başkanımız Sayın
Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM Başkanvekilimiz Levent Gök, Genel Başkan Yardımcımız
Bülent Kuşoğlu, Ankara milletvekilimiz Murat Emir, Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanımız Mansur Yavaş, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi Grup
Başkanvekilimiz Coşkun Torun, Genel Başkanımızın danışmanları Kenan Nuhut ve
Deniz Demir, Çubuk İlçe Başkanımız ve yöneticilerimiz; her türlü saldırıya karşı açık
haldeydik.
Bizler cenaze namazının kılınacağı yere yürümeye
başladığımızda sloganlar, laf atmalar ve
hakaretler başladı. Cenaze namazını kılmak için saf tuttuğumuzda dahi bir
gurup sürekli “Bay Kemal dışarı” diye
slogan atmaya devam ediyordu. Hatta
namaz esnasında, Genel Başkanımıza
arkadan vurmaya çalışanlar oldu.
İmamın tüm uyarılarına
rağmen susmayan güruh, cenaze namazı kılmadığı gibi, namazın usullere uygun
kılınmasına da engel oldu. İmam da cenaze namazını alelacele, telaşla kıldırmak zorunda kaldı.
Cenaze namazı kılınıp, şehidimiz top aracına koyulduktan
sonra biz de ilerlemeye başladık. Bizimle birlikte cenazeye gelen Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Milli
Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler ve diğer
protokol üyeleri cenaze namazının ardından, (sonradan öğreniyoruz) mezarlık yerine köy konağına gitmişler.
Cenaze namazını bile
kılmayan vatan haini bu güruh da bizi takip ederek fiili saldırılarına
başladı. Genel Başkanımızın korumaları
hariç, bizi koruyacak hiçbir güvenlik gücü yoktu. Sanki gizli bir el tüm
güvenlik tedbirlerini kaldırmış, bizleri bu vatan haini güruhun içine atmıştı.
Bu vatan hainlerinin amacının, şehidimizin cenaze namazını
kılıp, uğurlamak olmadığı çok açık görülüyordu. (Geleneklerimiz ve inancımızda, cenaze toprağa verilirken başında dua
edilir ve mezara bir kürek toprak atılır.) Linç girişimine katılanlar
cenaze namazını da kılmadılar, bu gelenekleri de yerine getirmediler.
Bu vatan haini güruhun
tek hedefi, Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. Ona ulaşıp, linç
etmek istiyorlardı.
Korumalar, milletvekilleri, danışmanlar, Genel Başkanımızın çevresinde etten
duvar ördük. Genel Başkanımıza ulaşmak için bize vuruyorlardı.
Ben, arkadaşlarım ve
korumalar yediğimiz tekme ve yumruklara aldırmadan, Genel Başkanımıza tek bir
fiske dahi değdirmeden buradan nasıl çıkabiliriz düşüncesiydik.
Tahrikleri daha üst seviyeye taşımak için kadınlar da devreye
sokulmuştu. Can pazarının yaşandığı bir ortamda, bize vuran kadınların düşüp
ezilmemeleri için büyük bir çaba harcadık. (Bizim değerlerimizde, kadına şiddet
olamaz) Genel Başkanımızın gözüne şemsiyenin
demir ucunu sokmaya çalışan kadına dahi kimse dokunmadı. Çünkü bu
saldırganların herhangi biri yere düşse, bize saldıran güruh onları da ezip
geçecekti.
Tüm bu saldırılar devam ederken hiçbir güvenlik tedbiri
alınmadı. Ne özel harekat, ne polis, ne de jandarma bizi korumak için devreye
girmedi. Adeta arenada vahşi hayvanların
ortasına atılmış gibiydik. Taş, sopa, bıçak, tekme ve yumruk yağmuru altında Güç
bela ilerliyorduk.
Önce makam aracına ulaşmaya çalıştık, bunun mümkün olamayacağını
anlayınca, oradaki bir eve doğru yöneldik. 2-3
dakikalık yolu, yarım saati aşkın bir sürede tamamlayabildik.
Ev sahibi “Beni bu köyde barındırmazlar, evimi yakarlar”
diyerek bizi evine almak istemedi. Gözü dönmüş vatan haini güruhun ailesine de
zarar vereceğinden korktu. Genel Başkanımızı eve aldıktan sonra, bizler evin
dışında kalarak gerekli güvenlik tedbirlerini almaya çalıştık.
Ancak bu da mümkün olmadı.
Evin dışındaki bir
kadın “bu evi yakın” diye bağırmaya başladığında gözümün önünden Madımak geçti,
Sivas’ta yakılan canlarımızı, 1 Mayıs 1977 Taksim katliamını düşündüm.
Sanki gizli bir göz
bizi izliyordu, bunu hissedebiliyordum. Bize saldıran vatan haini güruh,
figüranlardı, piyonlardı. Asıl senaryoyu yazanlar, Türkiye’yi kan gölüne
çevirmek, parçalamak isteyen, karanlık güçlerle işbirliği içinde olan vatan
hainleriydi.
Ben toplumsal olaylarda tecrübeliyim, hayatım mücadelelerle
geçti. İstanbul’daki mitingde de partililerimize olayın yanlış duyurularak
olayların çıkma olasılığını düşündüm. İstanbul’daki
Milletvekili arkadaşları arayarak durumumuzun iyi olduğunu, Genel başkanımızın
sağlığının yerinde olduğunu aktardım.
Genel Başkanımıza linç girişimini duyan binlerce vatandaşımız
Çubuk Akkuzulu köyüne gelmek istiyordu. Ancak böyle bir durumda olayların büyümesi
ve kirli oyunu planlayanların amacına ulaşması işten bile değildi.
Bu nedenle Halk TV’de canlı yayınına bağlanarak sağlığımızla
ilgili bilgi verdikten sonra, Ankara’ya geçeceğimizi, tüm dostlarımızın genel
merkezde bizi beklemelerini söyledim.
Biz bu tezgahı serinkanlılıkla, bizi linç etmek isteyenlerin
dahi ayağına taş değmeden atlatılmasını gözeterek, karşılık vermeden kendimizi
koruyarak bozduk. Bu olay, elbette içinde pek çok dersi barındırıyor.
“Kızgın demiri soğutalım” dedikten hemen sonra, bir şehidimizin
cenazesini böyle çirkin bir olaya alet eden provokatörler, sadece Genel Başkanımız Sayın Kemal
Kılıçdaroğlu’nun canına değil, aynı zamanda bu ülkenin birlik ve bütünlüğüne
kast ettiler.
Bu yaşananlar, İçişleri
Bakanı’nın iddia ettiği gibi sıradan bir olay değildi. Planlı-programlı hazırlanmış,
Türkiye’de iç savaşı tetikleme girişimiydi.
ÇUBUK PROVOKASYONU BİR
KIRILMA ANIDIR
Çubuk provokasyonu, iddia ettikleri gibi bir tepki eylemi
değil; iki farklı anlayışın karşı karşıya geldiği tarihi bir kırılma anıdır.
Bu iki farklı anlayıştan birisi Millete zillet diyen
ayrıştırıcı, kibirli ve kutuplaştırıcı anlayıştır.
Karşısında ise Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan
olduğu günden itibaren adım adım sabırla uyguladığı 82 milyonun bir arada barış içinde yaşayacağı, özgürlük ve demokrasinin
hakim olacağı Türkiye anlayışıdır.
AKP, iktidarı boyunca, elindeki tüm propaganda aygıtlarını
kullanarak saldırdı. Pervasızca kullandığı devlet olanakları ile kendi
dışındakileri dar bir cendereye hapsederek iktidarının sürekliliğini sağlamaya
dönük bir strateji izledi. Bu strateji, 7 Haziran genel seçimlerinin ardından
dozunu arttırarak, kendinden olmayanı hain ilan edecek seviyeye geldi.
Genel Başkanımız Sayın
Kemal Kılıçdaroğlu, uzun yıllardır uyguladığı yapıcı, kapsayıcı, kararlı,
birleştirici ve sabırlı siyaset yöntemi ile bu anlayışa karşı demokrasi
mücadelesini ilmek ilmek ördü.
Kılıçdaroğlu Doktrini; milliyetçileri, muhafazakarları,
sosyal demokratları, sosyalistleri, Kürtleri; toplumsal barış ikliminde
yaşanacak bir ülke ideali etrafında kendi özgünlüklerini kaybetmeden ve
iktidarın tüm ayrıştırma hamlelerine karşı dağılmadan bir arada tutmayı
başardı.
Kılıçdaroğlu Doktrini, 16 Nisan referandumunda demokrasi
cephesini yaratmış, Adalet Yürüyüşünde kendi dışındaki özneleri de yanına
alarak toplumsallaşmış, 24 Haziran’da Millet İttifakı ile AKP’nin meclis
çoğunluğunu elinden almış ve nihayetinde 31 Mart seçimleriyle üç büyük şehir
başta olmak üzere, Türkiye’nin dört bir yanında yerel yönetimleri kazanmıştır.
Bu stratejinin sonucu olarak, 31 Mart seçimlerinde CHP ve İYİ
Parti’nin seçim öncesinde gerçekleştirdiği Millet
İttifakı’nı seçmenler sandıkta geniş bir demokrasi ittifakına dönüştürmüştür.
Bugün CHP, belediye sınırları içinde yaşayan nüfusun %54’ünün
yönetiminin başındadır.
Zorbalar, Sandığın
Rövanşını Sokakta Almak İstediler
Diktatörlük heveslileri 31 Mart’ta sandıkta yedikleri
yumruğun rövanşını almak için kirli bir tezgaha başvurarak tehlikeli bir oyuna
giriştiler.
Çubuk’ta yaşanan olayın
arka planı budur.
O yumruk “benim farklı mezheplerle bir problemim yok, bir
arada yaşayacağım” diyen muhafazakara
atılmıştır.
O yumruk, “benim Kürt kardeşimle derdim yok” diyen milliyetçilere atılmıştır.
O yumruk, “ben bu ülkenin her rengiyle bir arada mutluyum” diyen sosyal demokratlara atılmıştır.
O yumruk, “biz bölünmek değil, bir arada yaşamak istiyoruz” diyen Kürtlere atılmıştır.
O yumruk, “ekonomik krizden bir arada çıkmalıyız” diyen
işveren ve işçilere atılmıştır.
O yumruk, Türkiye’nin
birliğine ve huzuruna atılmıştır.
İktidarları uğruna bu ülkeyi parçalanmanın eşiğine
getirenlere karşı kurulan, 21. Yüzyılın Kuva-yı Milliye barikatını sarsmak için
atılan yumruğa karşı, sağduyu galip gelmiştir. Bundan sonraki süreçte bu
barikat daha da sağlamlaşmak zorundadır.
Şimdi Ne Yapmalı?
Genel Başkanımız Kılıçdaroğlu, önümüze yol haritasını ve
izlenecek yöntemi tüm berraklığı ile siyaset pratiği içerisinde göstermiştir.
Bizlere düşen bu siyaset pratiğini ve Kılıçdaroğlu Doktrinini kurumsallaştırmaktır.
Bu kurumsallaşmanın üç
temel sacayağı bulunuyor:
- Ülkemizi bir arada tutacak ve AKP’nin iki kutuplu
paradigmasını çöpe atacak yeni bir
mücadele anlayışı:
Artık Türkiye’de Kürt-Türk, Laik-Muhafazakar, Alevi-Sunni
gibi ayrımlar üzerinden değil, farklılıkları zenginlik kabul eden zengin bir
mücadele anlayışı ve zamanın ruhuna uygun bir program geliştirmeliyiz.
- Bu mücadele
anlayışına uygun dinamik ve ezber bozan bir çalışma tarzı
Bu aşamadan
sonra yapmamamız gereken Kılıçdaroğlu Dokrinini ete kemiğe büründürmek
olmalıdır. Politik hattımızı daha da derinleştirmeliyiz. Toplumun tüm
kesimleriyle temasa geçmeliyiz. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler, STK’lar
ve birliklerle güç birliği yaparak yolumuza devam etmeliyiz.
- Bu çalışma tarzına
uygun yeni ve yatay bir örgütlenme modeli
Artık klasik dikey ve hiyerarşik örgütler ihtiyaçlarımızı
karşılamıyor. Bizim ihtiyacımız olan yatay biçimde bir araya gelen, bir
sarmaşık gibi birbirini saran yeni bir örgütlenme modelidir. Tüm halkı
kapsayacak bir halk sarmaşığını
örecek doğru örgütlenme modellerini hayata geçirmeliyiz.
CHP iktidarı, Genel Başkanımızın gösterdiği hedefe yürürken
yerel yönetimlerin birer araç olduğunu unutmadan geliştirilecek bir siyasi
iktidar programı ile mümkündür. İktidar yürüyüşümüz, en zorlu düzlüğüne
girmiştir.
Kışı bahara çevirenler, güneşli günleri getirmek için
mücadele ederken, yeniden kara kışa dönmek isteyenlerin kirli tezgahları ve
ülkeyi uçuruma sürükleyecek karanlık planları bozmak zorundadır.
Çubuk sınavından
başarıyla çıktık, ancak bundan sonra da benzer girişimlere maruz
kalmayacağımızı düşünmek, en hafif tabirle saflık olacaktır.
31 Mart 2019, bu uzun
yürüyüşün sonu değil, yeni başlangıç noktasıdır.
Emeklemeyi öğrendik, yürümeyi öğrendik, şimdi koşma zamanı.
Durduğumuz an geri dönüşü olmayan şekilde tökezleriz. Milyonlarca insan yerel
seçimlerde bize verdiği oylarla bize “İktidara
Yürüme” görevi vermiştir.
Asıl iş şimdi başlıyor, yerel yönetimlerle de güçlenmiş
halde, bir adım bile geri atmadan, dikta heveslilerinin üstüne üstüne yürüyerek
karanlığı parçalayacağız.
Çubuk’ta genel başkanımızı linç etmek isteyen o figüranları
da şovenizmin, ırkçılığın ve mezhepçiliğin pençesinden kurtaracağız.
Kurtuluş yok tek
başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!
Yıldırım KAYA
CHP Genel Başkan Yardımcısı
Ankara Milletvekili
30 Nisan 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder